Halk Fırsatçı Enflasyon İnatçı
Osman Polat
Merhabalar değerli okurlarım..
Yarım yüzyıldan beri mücadele edilen enflasyonla mücadele hiç bitmedi. Ve ne yazıkki ideal olarak tabir edilen, 2-3 bandına hiç ama hiç indirilemedi..
2021 yılının Eylül ayında merkez bankasının faiz indirimlerini yapması sonucu akabinde enflasyon patlaması olarak vatandaşa kötü bir şekilde geri dönmüştü. Daha sonra 2023 yılının Haziran ayında rasyonel politikalara geri dönüş ile enflasyon denetim mekanizması genişletilerek kontrol altında tutulmaya çalışılıyor..
Bu politikalar sonucu enflasyon düşüş eğilimine geçmiş lakin düşüş hızı istenilen seviyelere ulaşabilmiş değildi..
Hatta merkez bankası 2024 yıl sonu için enflasyon tahminini %38’den-%44’e revize etmek zorunda kaldı.
Bu ağır düşüşün 2025 yılını da olumsuz etkileyeceği kanaatini taşıyorum.
Ayrıca döviz kurunun,TL’ye verilen faizin çekiciliği ve carry trade yoluyla dışarıdan ülkemize gelen dövizler,aynı zamanda Yerleşik halkın elindeki dövizi bozup faiz enstrümanına yatırmaları,bir süre daha döviz kurunun stabil devam edeceğini gösteriyor.
Dövizin sabit kalması maliyet yönlü olan enflasyon arzına olumlu katkı yapmasının yanı sıra,mallara olan talebin düşmesine sebebiyet vermiş durumda.
Böyle bakıldığı zaman enflasyon ve bizler adına pozitif bir durum gibi gözüküyor.
Ama bir de bu durumun yaratmış olduğu “madalyonun öteki yüzü” durumu var.
Yaşam pahalılığı,vatandaşların konut,araba,beyaz eşya gibi materyallere olan ulaşma umudunun azalması durumunuda ortaya çıkarmıştır.
Bu döngü içerisinde insanlar bu tarz ürünlere ulaşmanın zor olduğunu gördüğü için,ellerine geçen parayı lokantalarda,kafelerde ve eğlence yerlerinde harcayarak hizmet talebinin yüksek kalmasına neden olmaktadırlar.
Hizmet talebinde arz talep dengesinin artığını gören,işletmeler bu durumu kendilerine fırsat görüp,zam üstüne zam yapmakta vatandaşın cebinde ki üç kuruşu alabilmenin çeşitli yollarına başvurduğunu göstermektedir.
Kısacası enflasyonda ki olumlu gelişme “gerilemesi” olumsuz gelişme ise “yeterince gerilememesi”.
Özellikle halk arasında yaygın bir hastalığa dönüşen bir söz var ki evlere şenlik..
“Madem kimsede para yok,bu kafeler,lokantalar neden dolu”
Değerli arkadaşlar. Kimse de para yok değil. Anlatmaya çalıştığım herkeste para var lakin paranın alım gücü yaşam pahalılığın çok gerisinde kaldığı için,insanların artık bu paraları yeme içme gibi zaruri ihtiyaçlarında kullanıyor olması..
Bununla birlikte insanların zam gelir diye hiç ihtiyacı olmayan ürünleri dahi alıyor oluşu bile enflasyonun körüklenmesi için yeterli bir argüman..
Benim naçizane olarak gençlere bir tavsiyem var.(Özellikle maaşlı çalışanlar için)
Elinize geçen parayı 3-5 yıl süre zarfı içerisinde yatırıma dönüştürebileceğiniz emtialara yönlendirmeniz.
(En azından “Umut”satın olmuş olursunuz)
Maaşınızı bir ıphone taksidine bağlamayın.
Malesef bu durum ülkemizde fazlasıyla yaşanan bir durum haline gelmiş durumda.
Üzülerek söylüyorum ki dünya üzerinde bu tarz durumlarda bulunan toplumlar,dünya literatüründe “az gelişmiş toplumlarda gösteriş tüketimi” olarak adlandırılıyor.
Ülkemizin enflasyon noktasında büyük adımlar atması,sağlık,eğitim,adalet gibi konularda,toplumsal uzlaşının ve sosyal refahın ön planda olacağı,yeni reform paketlerini açıklamarı ivedi bir durum kazanmıştır.
Bunları yaparken hane halkını da buna dahil ederek,yapılacak olan reformun inandırıcılığı ön planda olmalı diye düşünüyorum.
Çünkü vatandaşın ikna olmadığı hiçbir yenilikçi yapının ve reform paketinin başarılı olma şansı yoktur.
Eğer bunları başaramazsak,dedelerimizden bize miras olarak kalan “Enflasyon belasını” bizler de çocuklarımıza miras olarak bırakacağız.
Umutlar azalıyor.. Umutların azaldığı yerde hane halkının istemsizce girmiş olduğu bir sarmal var.
Bir nevi “Carpe Diem” (günü yakala-anı yaşa) felsefesini yaşıyoruz.
Hadi biraz daha Anadolu insanımızın deyimiyle dile getirecek olursam “Battı Balık Yan Gider” sözü galiba hane halkının psikolojisini net bir şekilde ifade ediyor.
Her ne olursa olsun kapitalin kendini yok etmeyeceği fikrini taşıyorum. Ama ülkemizin en büyük sorunu “Ahlak”.
Ahlaki yapının ve etik değerlerin bu kadar hunharca savrulması, sosyal,psikolojik ve demografik bölünmelere yol açıyor.
Bıçak sırtında olan insanların birbirleri arasında kurmuş oldukları “güven bağı” yok olmuş durumda.
Yazımıza eşlik eden ve okuyan değerli okurlarıma çağrıda bulunmak istiyorum.
Dünya malını ikili ilişkilerimizin ve güvenilirliğimizin önüne lütfen koymayalım.
Kapitalin kendini yeniden dizayn etmeye başladığı zaman diliminde,elimizde kocaman bir “Ahlaksız kitle” kalmış olacak.
Maneviyat eşiğimizi yüksek tutalım. Birbirimize yardımcı olalım.
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” sözünü şiar edinelim.
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere..
Ahlaklı bireyler olabilmemiz umuduyla..